“Nasılsın?” bu günlerde en çok sorduğum soru. Hem kendime hem çevremdekilere. Öyle ki yanıtı değil günden güne, aynı günün içinde bile değişiklik gösteriyor. Hadi sen de şimdi sor kendine, nasılsın?

Geceleri yatağa gitmekte zorlanıyorum. Bir bilinmeze yolculuk sanki. Sanki çocuklar da o yüzden gitmek istemiyor. Oyalandıkça oyalanıyorum. Bir ebeveyn olduğum için istediğim saatte uyanma lüksüm olmadığını bildiğimden kendimi zorla yatağa götürüyorum sonra. Bu defa sabah yataktan kalkamama hali başlıyor. En son ne zaman gündüz uyuduğumu hatırlamam, bu günlerde hep gün ortası şöyle bir uyuyasım geliyor. Bir ağırlık üstümde.

Güne bugün çok üretken olacağım gazıyla başlıyorum. Hep öyle öğrendik çünkü. Hep tamamlamamız gereken “check-list”lerimiz vardı. Sabah rutinleri aslında ufacık gibi görünen bir sürü iş, hem de bu ruh hali içindeyken. Sonra online ders başlasın. Oğlan masada durmak istemesin çünkü ekrandan sosyalleşemeyecek kadar küçük. Sen hırslı zihninle onun masadan kalkıp durmasına dertlen.

“Hem gerçek işlere çocukları dahil edin diyorlar.”

Ders bitiminde aktivite yapmak zorunda olduğunu düşündüğünden kendini parçala. Ama çocuk o “zorundalığı” hissettiği için belki de yapmak istemesin. Kalkıp gitsin yine. Çizgi film diye tuttursun. Ona bir çizgi film açıp maillerinin başına otur. O sırada çamaşır yıkaman gerektiği aklına gelsin. Bir posta çamaşır atıver makineye. Tam tekrar bilgisayar başına geçecekken, bulaşık makinesini boşaltman gerektiğini fark et. Yerleştirirken “aslında oğlanı da çağırsam o da kaşıkları yerleştirse, hem gerçek işlere çocukları dahil edin diyorlar” diye geçsin aklından. Nasılsa çizgi film karşısından kaşık dizmek için kalkmayacağını düşün ve vazgeç.

Bir bakmışsın oğlan bir saattir çizgi film başında. Olmaz öyle desin beynin. Hadi oğlum kapatıyoruz, yeterince seyrettin. Kavga dövüş kapansın o televizyon. Zaten öğle yemeği vakti de geldi. Yemek hazırla, yemek yedir, softa topla, iyi ki makineyi boşaltmışım diye düşün, o arada köşeden kendini de doyur. Çünkü analar taş yesin, yarımşardan beş yesin.

Sonra yine bir tur daha ona oyun kurma gayreti. Kimi zaman keyifle geçen oyun saatleri. Oyun esnasında çocuğunun da ne kadar kaygılı olduğunu fark etmek ama doğru teselli cümleleri kurabildiğinden emin olamamak. Bu arada yarım yamalak yapılmış şirket işleri, cevap verilemeyen telefonlar. Hiçbir şeye yetişemiyorum diye serzenişte bulunurken dakikalar hatta belki saatler geçirilen sosyal medya.

“Hadi oğlum sen sepetten ver ben asayım”

O sırada biten çamaşır makinesinin sesi. “Hadi oğlum sen sepetten ver ben asayım” etkinlikleri, bu kez gerçek işe dahil etmek oldu galiba. Ne eksik kaldı, fiziksel aktivite? Kafada checklist dönmeye devam ediyor çünkü. Dans mı etsek, parkur mu kursak derken a zaten artık akşam yemeği saati gelmiş. Arkada canlı bir müzik aç, oğlanın sevip dans etmek isteyeceği türden. Ne pişirsek de hem haftalık alışverişi en optimum şekilde tüketmiş hem de besin değeri yüksek ve yeterli gıdalar tüketmiş olsak kaygıları eşliğinde yemek pişirme seansı.

İşten gelen koca kişisi. Beraberce yemek yemek. Başka türlü yemek yemeği reddeden çocuğa yine çizgi film. İnsanın yüreğine oturan “bu çocuk bugün ne kadar çok ekrana baktı” hissi ile “hangimiz normalimizi yaşıyoruz ki zaten” iç çekmeleri…

Bazen diğerlerinden daha keyifli geçen günler. Yastığa başını koyup düşündüğünde; oh o işi de hallettim, oh oğlanla bugün ne güzel oynadık, oh ev de tertemiz oldu hisleriyle dolu.

Bazı günlerse çok ağır.

Bu daha ne kadar sürecek, ya hiç bitmezse? Ya yeni normalimiz bambaşka olursa?

Herkeste oluyor mu bu nefes sıkışmaları? Olmadık eklem ağrıları? Böyle düğüm düğüm bir ağlama hissi…

Hani böyle para kazanmak için dışarı çıkmak zorunda değilsin, ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar paran var (en azından şimdilik), senin ve ailenin sağlığı yerinde, berabersiniz, e daha ne cümlelerin ağırlığı… İçinde yaşadığın koşullar senin için zor olsa da şükretmek “zorunda” hissettiğin şu günler… Bunca sıkkınlığın arasına bir de sıkkınlığından utanmak ekleniyor mu bir kısmımıza?

Bugün daha mı hızlı bitti sanki?