Neden sünnet ettiriyoruz sorusunu “çünkü Müslümanız ve dinimizin bir gereği” olarak yanıtlamayanlarla yazıya devam edelim. Zira bu yazı İslami farzların içeriğini tartışmıyor.

Türkiye’de son zamanların trendi, erkek çocuklarını doğduktan kısa bir süre sonra sünnet ettirmek. 8-9 yaşlarında anlı şanlı törenlerle sünnet edilen çocukların daha sonra ileriki yaşlarında hem kişiliklerinde hem de cinsel hayatlarında yaşadıkları birçok sorunun kaynağının bu sünnet törenleri olabileceğini bas bas bağıran uzmanlara kulak vermiş olacaklar ki, günümüz ebeveynleri artık çocuğun aklı ermeden bu işi sessiz sedasız halledip bitirmek peşinde.

Sağlıklıdan kastımız ne?

Teşhis edilen akut hiçbir tıbbı gerekçe yokken bir insanın, bir dokusunun kalıcı şekilde kaybedilmesine yol açan bu eyleme genelde “zaten daha sağlıklı, Avrupa’da da artık yapılıyor” yanıtıyla karşılık verilir. Oysa bu argüman oldukça muğlak kalır. Tıpkı son zamanlarda 45 yaş üstü kadınlara bir hastalığa ilişkin hiçbir gösterge yokken rahminin alınmasının salık verilmesi gibi. Bu kadınlara nasılsa çocuk doğurmayacakları, olur da hastalanırlarsa diye hastalanmadan önce, “zaten artık işe yaramayan”, doğurganlıklarına dair bir organın alınmasını tavsiye etmek, sanıyorum öncelikle bir erkek doktorun aklına gelmiştir. Rahmin alınması neticesinde rahim yolu da kısaldığından kadının orgazm olmasının epey zorlaşacak olmasına da kimse değinmiyor tabi, neticede kadının orgazm olup olmaması kimin umurunda?

Konuyu dağıtmadan sünnet işine geri dönersek; olur da enfeksiyon kaparsa diye, henüz kapmadan önce, belki de basit bir antibiyotik tedavisiyle iyileşebileceği bir enfeksiyona sahipse bile, çocuğun kendisine hiç sormadan, geri dönüşü olmayan ve muhakkak yapılış esnasında acı veren bir operasyona maruz bırakırken (din dışında) hangi gerekçeye tutunuyoruz? Bu değerlendirme hukukta nimet-külfet dengesi dediğimiz değerlendirmedir. Bu operasyonu meşrulaştırırken dayandığımız “nimet” argümanları hakikaten “külfet”ine değiyor mu? Üstünde düşünülmesi gereken birinci mesele bu.

Onun bedeni, onun kararı

İkinci temel sebepse “onun bedeni onun kararı” düsturu. Çocuklarımız bizim değil. Bedenleri de, ruhları da, zihinleri de, politik görüşleri de ve (benim durduğum yerden) dinleri de. Dolayısıyla çocuğun rızasını almadan, çok küçük yaşta, geri dönüşü olmayan şekilde, tıbben gerekçelendirmeden kalıcı bir doku kaybına yol açmak pozitif ebeveynlikle ne kadar bağdaşıyor?

Kültürel kalıplarının dışına çıkabilmeyi göze alan, doğurduğu canlıya söz hakkı tanıyan ebeveynlere selam olsun.

Bu yazı ilk olarak 05.11.2017 tarihinde www.necibe.com sitesinde yayınlanmıştır.